KRAL ZİUSUDRA-ZUSA-ZAZA GELİŞİMİ ÜSTÜNE

 

SÜMER GILGAMIŞ DESTANI TUFANINDA KRAL ZİU-SUDRA VE ZAZA İSMİNİN KÖKENİ ÜSTÜNE

 

 

 Bir çok dinde geçtiğine inanılan nuh tufanı , İncil, Tevrat , Kuran dan önce Sümerlerin Gılgamış destanında geçmektedir, bir şekliyle bu tufan mevcut dinlerin çoğuna geçmiştir.

Tufanın insanlık tarihinden ortaya çıkarılması, ninovadaki kütüphane odalarında bulunan çivi yazısı tabletlerin çözülmesiyle olmuştur. Tabletin yaklaşık 37 dizelik kısmı okunmadığından hikayenin tam olarak başlangıcını net olarak söyleyemiyoruz, okunabilinen kısımlarda tanrıların insanlığı yok etmek istediklerini, bazı tanrılarından bu durumdan hoşnut olmadıklarını yazar. Bu tabletlerin daha sonra mezopotamyada çeşitli kopyaları keşfedildi,

Bunlardan biri mö.1700 yılına kadar uzanıyordu ve nippurda bulunmuştu. Burada insanlığın kurtarıcısı Ut-napiştim değil kral Ziusudradır. Ziusudra günümüzde adı geçen Tel El- Fara olarak geçen Güney Mezopotamyadaki Şuruppak kralıdır ve ismi daha başka yerlerde de geçmektedir. Bu nedenden dolayı hayali bir karekter olmadığını söyleyebiliriz. Ziusudra tanrı korkusu olan tanrının emirlerine uyan dindar bir kral olar adlandırılır. Bu günkü kutsal kitaplardaki karşılığı nuh peygamerdir. Ziusudraya gizemli bir sesin Tanrılar meclisinin insanlığı yok etme  kararı aldığını söyler. Ziusudra bir duvarın kenarında beklemektedir ve bir anlamda vahiy gelmiştir. Ziusudraya büyük bir gemi yapmasını insanlığın ve diğer canlıların neslini kurtarması için bunları gemiye bindirmesi hakkında öğütler verilir.

 

Gılgamıştan alıntı :

 

GILGAMIŞ:

 

Gılgameş, sana gizli bir şey açayım. Tanrıların gizini söyleyeyim: 
Biliyor musun Fırat’ın kıyıcığına kurulmuş o Şurrupak kentini?” Bu kent çok eskiden varken, Tanrılar bu kentin yanındaydılar. Zamanla eskidi gitti o kent, Tarınları da birlikte yaşlandı, kocadıtar. Kentte gökkubbenin sahibi ve ataları Anu, akdedan savaşçı enlil, yardımcısı Ninurta su kanallarınıngözcüsü Ennugi de” vardı, Ea da onlarla beraberdi.

 

Ogünlerde insanlar arttıkça arttılar. yeryüzü dolup taştı ve topraktan göklere doğru vahşi bir boğa gibi böğürür oldular. Enlil duydu bunu, Tanrıların danışma toplantısında: “İnsanoğlunun yarattığı bu kargaşa çekilmez oldu, gürültülerinden ne uyuyabiliyoruz bir damla, ne dinlenebiliyoruz.. ”

Bunun üzerine Tanrılar, insanoğlunu yok etmek konusunda bir anlaşmaya vardılar. Kararı uygulamak da yerin. rüzgarın ve evrendeki havanın Tanrısı Enlil’e düştü. Buna karşılık, tatlı suların ve bilgeliğin Tanrısı, sanatın koruyucusu Ea, önceden verdiği sözü tutarak beni bir düş aracılığında bundan haberdar etti.

 

 

TUFAN YAKLAŞIYOR:

 

Kulak ver ey Şurrupaklı, ey Ubaratutu’nun oğlu! Evini yık, malını bırak, kendine bir” gemi yap, yeryüzünün nimetlerini bir yana atıp canını kurtarmaya bak hemen! Dediklerimi uygula: evini yık, kendine bir gemi yap. Yapacağın geminin ölçüleri şunlar olsun: Eni, boyuna eşit düşsün, güvertesinin üzerindeki dam da dipsiz uçurumu örten çatıyı andırsın. Bittikten sonra gemiye bütün canlı yaratıkların tohumunu al.

Ben, bunu anlar anlamaz Ea’ya, efendime dedim: 
“İyi, anlaşıldı efendim. Şimdi bana ne dedinse iyi dik­kat ettim. Ben yapacağım. Fakat, kent halkı veyaşlılar sorarsa ne diyeyim?” 
Ea, konuşmak için ağzını açıp bana dedi: – Onlara şunu bildir: 
Enlil’in bana kızdığını öğrendim. Bu yüzden artık ne onun ülkesinde, ne de onun kentinde dolaşacak yüzüm kalmadı benim. efendim Ea ile birlikte yaşamak üzere körfeze gideceğim. Ama size sınırsız bir bolluk, ender bulunur balıklar, ürkek av kuşları ve bereketli bir hasat mevsimi verecek. Akşamüstü fırtınanın ilki sizle­re seller gibi buğday getirecek” de … ”,

 

 

 

 

Halk çevresine toplandı. Küçük yavrular bile gemi için zift taşıyorlardı. Güçlü erkekler gemiye yedek kereste getiriyorlardı. Beşinci günde geminin kaburqasını oluşturdum. Geminin omurgası bir iku  genişliğindeydi. Kenarları iki kez on kamış  yüksekliğindeydi.

Üst güvertesi de alt güverteye tümüyle eşitti. Bunun da her yanı, iki kez on kamış uzunluğundaydı. Bundan sonra geminin dış yüzünü hazırladım ve onları boyadım. Gemiyi altı kat” yaptım. Geminin alt ve üst güvertelerini yedi bölüme ayırdım, ambarını da dokuza boldüm. Ortasına da su kazıkları çaktım. Güzel kürek seçtim. Ve geminin yedeklerini ambara koydum. Eritmek için kazana 21.600 zift döktüm. Bunun yansını saf zift olarak gemiye sakladım. Tekneciler, gemiye 10800 sırlık  getirdiler. Bunun üçte biri peksimet kızartmak için harcandı: üçte ikisini de gemici sakladı. 
işçilere çok sığır kestim. Ve her gün koyun boğazladım. Ustalara, ırmak suyu gibi şarap akıtıldı. Yeni yıl şölenleri gibi bir şölen oldu.

Gemi yedinci günde tamam oldu. Gemiyi kızaktan indirmek güç oldu. Çünkü, geminin üçte ikisi suya girinceye dek, onu, kızak üzerinde aşağıdan ve yukarıdan itmek zorunluğu vardı. Elime geçen her şeyi içine yükledim. Elime geçen her gümüşü içine yükledim. Elime geçen her altını içine yükledim. Bütün soyumu, sopumu ve kavmimi gemiye bindirdım. Yabani ve evcil hayvanları ve bütün ustaları gemiye aldım.

 

TUFAN BAŞLIYOR

Şamaş’ın bana “Akşama fırtınanın birincisi varıp yıkıcı yağmuru yağdırğında. gemine bin, her yanı da sımsıkı kapat” dediği an gelmişti artık. Gece bastırdı, Fırtınanın birincisi yağmuru gönderdi. Ben havanın züne baktım. Hava, bakılmayacak kadar korkunçtu.

Tan yeri ağarmaya başlarken ufuktan bir kara bulut geldi. Bu bulut, fırtınanın efendisi Adad’ln bulunduğu yerde gürledi. Habercileri olan Şullat ile Haniş, dere tepe aşarak başı çektiler. Daha sonra uçurumun Tanrıları ortaya çıktı.

Nerqal, suları göğüsIeyen engelleri yıktı. Savaş Tanrısı Ninurta, her şeyi yerle bir etti. Cehennemin yedi yargıcı, Anunnaki, meşalelerini kaldırıp ülkeyi kurşun su alevlere boğdular. Fırtına Tanrısı, gün ışığının yerine karanlığı koydu: ülkeyi bir çanak gibi kırıp döktü, umasızlığın getirdiği bitkinlik gökkubbeye yükseldi. Büyük· fırtına, ülkeyi bir çanak gibi parçaladı. Bütün gün bo­ra azıttı durdu. Yol aldıkça kudurdu, halka düşmanmış gibi saldırdı, kardeş kardeşi göremedi. insanlar gök zünden bile görülmüyordu. Rüzgarlar insanların tepesinde savaş edercesine çarpıştılar. Kimse kimseyi göremiyordu. Ve gökten bakılınca insanlar tanınmıyordu. Tanrılar bile tufandan korkarak geri çekildiler. Ve göğün en yüksek katına kadar çıktılar. Tanrılar, orada kıvrılmışlardı. Göğün en soneteklerinde büzülüp yatıyorlardı.

Bir gün karayel esip hepsini sildi süpürdü. Sonra bir den bire poyraz esip ülkenin altını üstüne getirdi. Fırtına ve tufan, altı gün, yedi geceyi geçti. Fırtına yurdu silip süpürüyordu. Sel, bora ve su taşkınları yer yüzünü kasıp kavurdu. Yedinci günde güneyden esen fırtına dinmeye yüz tuttu, deniz yatıştı, tufanın hızı kesildi.

 

 

VE TUFAN BİTİYOR

 

Önceden dalgalan bir ordu gibi birbiriyle savaşan deniz, şimdi dinginleşti. Kötü rüzgar dindi ve tufan sona erdi. Havaya baktığım zaman ortalıkta sessizlik vardı. Ve bütün insanlık çamur olmuştu. Suyun bastığı yüzey, dümdüzdü.

Bunun üzerine anbar kapağını açınca yüzüme bir ışık düştü. Diz çöküp oturdum ve ağladım. Gözyaşlarım burnumun kanatlarından akıyordu. Sonra ufuklara bakarak denizin kıyısını aradım. 
Her yana on iki kez on iki defa bakınca denizden bir ada yükseldi. Sonunda gemi Nıssır dağına oturdu.

 

 

 

 

 

 

 

M.Ö 3000-4000 yıllarında geçtiği tahmin edilen tufanın gerçek olup olmadığına dair çeşitli arkolojik çalışmalar yapılmış. Ve bu arkeolojik çalışmalar sonucunda hatırı sayılır ip uçları bulunmuştur. Tufanın zannedildiği gibi bütün düyayı değil mezopotamyayı etkilediği zannedilmektedir.

 

 

 

BAZI ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR

 

Ur: Bu bölgede kazı yapan ilk kişi, British Museum'dan Leonard Woolley'dir. Sir Woolley'in 1922'den 1934 yılına kadar süren kazı çalışmaları Bağdat ile Basra Körfezi arasındaki çölün ortalarında gerçekleşmiştir. Reader's Digest dergisinde Woolley'in kazıları şöyle anlatılmıştır: 

Kazı yapılan bölgede, derine inildikçe çok önemli bir buluntu ortaya çıkarılmıştı. Bu, Ur şehrinin krallar mezarlığıydı... Woolley kazıya devam ederek çamurun içinden çanak çömlek çıkarmaya başladı. "Ve sonra birdenbire herşey durdu." Woolley böyle yazıyordu. "Artık ne çanak, ne çömlek, ne kül vardı, yalnız suyun getirdiği temiz çamur." 

Woolley kazıya tekrar devam etti. Çamur iyice temizlenince altında kalmış bir medeniyet ortaya çıktı. Bu durum, bölgede büyük bir su baskınının meydana geldiğini gösteriyordu. Ayrıca mikroskobik analiz, temiz kilden kalın bir katmanın, eski Sümer uygarlığını yok edecek kadar büyük bir tufan tarafından buraya yığılmış olduğunu ortaya koyuyordu. 

Bu veriler, Tufan'ın etkilediği yerlerden birinin Ur şehri olduğunu gösteriyordu. 

Kiş: Tufan'ın izlerini taşıyan bir başka Mezopotamya şehri ise günümüzde Tel El-Uhaymer olarak isimlendirilen, Sümerlilerin Kiş şehridir. Eski Sümer kayıtlarında, bu şehir "Büyük Tufan'dan sonra başa geçen ilk hanedanlığın başkenti" olarak nitelelendirilmektedir. 

Şuruppak: Günümüzde Tel El-Fara olarak adlandırılan Güney Mezopotamya'daki Şuruppak kenti de Tufan'ın açık izlerini taşımaktadır. Bu şehirde de MÖ 2900-3000 yılları civarında büyük bir sel felaketinin gerçekleştiği anlaşılmıştır. Bu bölgede kazı yapan Pennsylvania Üniversitesi'nden Schmidt'in çalışmalarını anlatan Max Mallowan şöyle diyor: 

Schmidt 4-5 metre derinlikte kil ve kum karışımı sarı topraktan bir tabakaya erişti (bu tabaka selle beraber oluşmuştu). Bu tabaka, höyük kesitine göre ova seviyesine yakın bir düzeyde yer alıyordu ve höyüğün her yerinde izlenebiliyordu..." Cemdet Nasr dönemini Eski Krallık döneminden ayıran kil ve kum karışımı tabakayı Schmidt "tamamen nehir kökenli bir kum" olarak tanımlayarak Nuh Tufanı ile ilişkilendirdi. 

Kısacası Şuruppak kentinde yapılan kazılarda da yaklaşık MÖ 2900-3000 yıllarına rastgelen bir selin kalıntıları ortaya çıkartılmıştı. Diğer şehirlerle beraber Şuruppak kenti de muhtemelen Tufan'dan etkilenmiş şehirlerden biriydi. 

Uruk: Tufan'dan etkilendiğine dair elde kanıtlar olan son yerleşim birimi, günümüzde Tel El-Varka olarak isimlendirilen Uruk kentidir. Bu kentte de diğerleri gibi bir sel tabakasına rastlanmıştır. Bu sel tabakası da, MÖ 2900-3000'li yıllarla tarihlendirilmektedir. 

Bilindiği gibi Dicle ve Fırat nehirleri Mezopotamya'yı boydan boya kesmektedir. Anlaşılan odur ki, olay anında, bu iki nehir ve irili ufaklı bütün su kaynakları taşmış, bunlar yağmur sularıyla birleşerek büyük bir su baskını oluşturmuşlardır. 

Aslında felaketin gerçekleşmesine neden olan öğeler tek tek ele alındığında hepsi gayet doğal olaylardır. Tüm bu olayların aynı anda olması ve Hz. Nuh'un da kavmini böyle bir felaket için uyarması, olayın mucizevi yönünü oluşturur. 

Yapılan çalışmalar sonucu elde edilen ipuçları değerlendirildiğinde Tufan'ın oluştuğu alanın boyutlarının yaklaşık olarak doğudan batıya (genişlik) 160 km, kuzeyden güneye (boy) 600 km. olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu tespit de, Tufan'ın tüm Mezopotamya ovasını kapladığını göstermektedir. Tufan'ın izlerini taşıyan Ur, Uruk, Şuruppak ve Kiş şehirleri dizilimini incelediğimiz zaman bunların bir hat üzerinde yer aldığını görürüz. Öyleyse Tufan, bu dört şehri ve çevresini etkilemiş olmalıdır. Ayrıca MÖ 3000'li yıllarda Mezopotamya ovasının coğrafi yapısının günümüzdekinden daha farklı olduğunu söylemek gerekir. O devirlerde Fırat nehrinin yatağı, bugünküne göre daha doğuda bulunmaktaydı; bu akış rotası da Ur, Uruk, Şuruppak ve Kiş'ten geçen bir hatta denk geliyordu. Kuran'da belirtilen "yeryüzü ve gökyüzü pınarları"nın açılmasıyla, anlaşıldığına göre, Fırat nehri taşmış ve yukarıda belirtilen bu dört şehri yerle bir ederek yayılmıştı. (
İnternetten Alıntı )

 

 

Gelelim senharib ve Asurbanipal’in ninova kütüphanelerindeki tablete , Tablet aynen şu şekilde bitmektedir.

 

Kral Ziusudra

 

An (Anu) ve Enlil’in önünde diz çökmüş

…..

 

Ki onlar ona yaşam verdiler bir tanrı gibi

O zaman Kral Ziusudra

Yıkımın(?) zamanında insanlık tohumunu korumuştu,

Denizler aşırı bir ülkeye, Doğudaki Dilmun’a yerleştiler..*

 

*Civil (bas.) The sumerian Flood story cbs 10673:254-260 Lambert and Millard, Atra-Hassis The Babylonian Story of the flood. Sayfa 145.

 

Benim üzerinde durmak istediğim ve asıl mit’te geçen bu son satırlardır, ancak öncelikle bu buradaki tufanın hayal ürünü olmadığını reel yaşamış kişileri olan bir yaşanmışlık sonucu olduğu göstermektir Kral Ziusudra.

Son satırlarda ne yazmaktadı  Ziusudra Doğudaki Dilmun’a yerleştiler. Daha önceki yazımda okuyanlar hatırlayacaktır Dilmun diye adı geçen bölgenin Van gölünün batı bölgeleri yani Dimli konuşulan bölgeler olduğunu yazmıştım,

Ve şunu da çok iyi bilmekteyiz ki zazalar Kendilerine Dimli derler zaza ismini ise dışarıdan birilerinin anlaması için kullanırlar kendi aramızda konuştuğumuzda kendimize Dimli deriz , ama birisi bize ne konuşuyorsunuz diye sorduğunda ise zaza deriz. Bunun neden olduğunu çocukluktan buyana hep merak etmişimdir. Şimdi Sümer tufanında geçen Kral Ziusudra (zaza) kelimesine oldukça benzemektedir Ziu-sudra yazıl biçimi de vardır. Ve bu mitolojik öyküde geçen Ziu-sudra (zaza ) ismine yakınlık gösterdiği gibi Sümerlerin Dilmun diye adlandırdığı bölge bu gün Dimlilerin yaşadığı bölgeye tekabül etmesinden dolayı ve bu mitin o dönemlerde çok yaygın olduğunu bilmemizden dolayı buraya Ziu-sudra nın yaşadığı bölge olarak adlandırmaları olası gözüküyor. Bunun dayanak noktalarını tekrar maddeler halinde yazmamız gerekirse

 

1-Dilmun ülkesi bu gün zazazların yaşadığı bölgeyle örtüşmektedir

2- Kral Ziu-sudra Tufandan sonra Dilmuna gitmiştir.

3-Bu adı (ZAZA) adını Zazalar kendilerine kullanmazlar başkalarına karşı kullanırlar ki bu öyküde Ziu-sudra Sümer mitlerinde önemli bir kişiliktir ve onun yaşadığı bölge olarak yaygınlık kazandığını düşünüyorum. Bu mitte yergi geçen bölgede yaşayan Dimlilerin dışarıyı Ziusudra’yerleştiği yer olarak tanıdıkları için Ziu-sudra Zaza ismini dışarıya karşı kullanmaya başladılar. Bunlar mitolojik öykülerden günümüze gelen kanıtlardan çıkardığım sonuçlardır. Yani zaza adı Ziu-sudra daha sonraları insan ırkının kurtarıcı ile özdeşleşen bu karhamın anlamını almıştır.

 

NOT:

 

Bu bulgular tartışmaya açıktır ve tez niteliğindedir .

 

Yılmaz KERŞAN

 

08.01.2012


Search Engine Submission - AddMe