ilkel komünal toplumdan günümüze üretim ilişkileri çok çeşitli yönetim biçimleri ortaya koydu; temel inanış şuydu; toplum kendisini tek başına yönetme yetkinliğine sahip değildir; bu nedele toplumları yönetilmesi için, her dönem yeni yönetim biçimleri ortaya konuldu. İlkel komünal toplumları saymazsak insanlığın bütün tarihi yönetilmekle be bu
yönetimlere talip olan insanların savaşı şeklinde gelişmiştir.
Feodal dönemlerde şato ve kale sahibi derebeyleri, kendi toprakları olarak kabul ettikleri arazilerde yaşayan halkı yönetmek için askeri ve dini güçlerini kullandı, iki önemli güç sahibi olan bu unsurlar, aslında sanıldığının aksine
ortaçağdan çok daha önceleri farklı biçimlerde var olmuşturlar. Bu iki güc asker ve din gücü olarak kabul edilebilir. Ordu tarih boyunca; (insanın ilk sınır çizgisini çizmesinden günümüze) baskı altına alıp sindirme yöntemlerine dayanarak kişileri kılıç zoruyla vergilere bağlayıp mevcut iktidarlar karşısında boyu eğdirilmek zorunda bırakılmıştır.Temel unsur güçtür.. Diğeri ise ellerinde yeteri askeri gücü olmayan yönetim talibi insanlar tarafından kullanılmış daha etkileyici güce ve korkuya dayalı kurallar bütünü olan dinin kendisidir.
Yeteri askeri gücünüz varsa kılıcı çekip insanları önünüze katarsınız, yoksa bir takım ilahi güçler yaratıp insanları bu güçler karşısında boyun eğdirirsiniz, nitekim dinlerin gelişim dönemleride, para pul sahiplerine cennet yaşamı vaad edilirken, yoksul insanlara yağmadan elde edilen gelirler vaad edilmiştir. Cehennem ızdırabı ise insanların yeryüzünde hayal bile edemeyeceği acıları temel almış, bu şekilde itaate zorlamıştır. Görüldüğü gibi dinler doğası gereği zaten politiktir.Bir yerde bir otorite elde etme, bir yerde yönetime talib olma yöntim biçimlerini geliştirme sözkonusu ise orada siyaseti es geçmek akıldışıdır.
Gelişen üretim biçimleri ve karmaşıklaşan siyasi gelişmeler bu iki gücü bir arada kullanmayı öğrendi, zaman zaman otorite kurma konusunda birbiryel çatışma içerisinde olsalar bile, kendi çıkarları doğrultusunda biribirlerine hizmet etme konusunda ortak bir payda altında birleşmişlerdir.
Bireylerin, sınıfların, toplumların iktidar olma isteği ise hep kendi içerisinde süregelen bir özlemdir, hiç bir zaman biri ötekine üstün gelmediği sürece sonuca ulaşmayacak ama karşılıklı çıkarlar doğrultusunda zaman zaman uyum içerisinde çalışacaktır.
Derebeylikler döneminde bu iki gücün ortak çalışmasından ve zaman zaman çatışmalarından söz etmek mümkündür, derebeylerinin kendi şahsi çıkarları doğrultusunda hareket eden şahsi orduları mevcuttur.Aynı şekilde dindarlar sınıfı bir otorite olma çabası içerisinde olup, toplumu sosyal ve kültürel olarak yönetme çabası içerisindedir, yine bu sınıf kendi çıkarları gereği, büyük toprak sahiplerine yakınlık arz ederek faaliyetlerini sürdürmüştür. Din ve ordu çıkış noktası olarak yığınlar üstünde otorite kurma aracı olarak var olmuştur.e
Sanayileşmeyle beraber temel ekonomik faaliyeti toprağı işlemek olan toplum, yerini fabrikalara bıraktı, bu süreç kendi içerisinde zengin sınıfını da yarattı, feodal beyliklerin yerini ulusal ve merkeziyetçi devletlere bırakması, toplumun siyaysi hayatını ve yönetilme biçimine de yeni alternatifler ortaya koydu. Mevcut devlet yapılarında kişilerin kendi şahsi ordularını muhafaza etmeleri sözkonusu olmadığından merkezi ordular ve polis kuvvetleri güçlendirildi. İçerisinde bulunduğumuz yüzyıl ve mecut düzen tam da buna karşılık gelmektedir. Yeni yönetim biçimlerinin ortaya çıkması ise kaçınılmazdı. Merkzi otorite altına giren derebeylikler, kendi kişisel ordularından da imtina etmek zorunda kalır.
Yeni yeni kurulan merkezi ulusal devletler, hem din üzerinde hem ordu üzerinde önemli bir etkinlik sahibi olurken yinede bir şekilde silah doğası gereği herzaman gücünü etkin olarak hissettirmiştir. Merkezi otorite kendi devlet yapısını oluştururken yine söz hakkı büyük toprak sahipleri ve büyük sermayedarlarların olmuştur, halk yığınları tarihin hiç bir döneminde otoriteler tarafından yönetime reva görülmemiş, görülmediği gibi gelcektede otoritenin doğası gereği yönetmeyi hediye etmesi söz konusu olmayacaktır.
Devlet ve artı değerden nemalanan kesimler birbirleriyle uyum içerisinde çalışırlar, çıkan her yasa, bir yönüyle ya artı değeri sömüren sınıfların yada devletin kendi çıkarları doğrultusunda halktan bağımsız olarak alınır. En büyük cezalar devlete ve sermayeye karşı işlenen cezalara yöneliktir. Vergiler ve devletin bütün yükü halk yığınlarının sırtına yüklenirken, devletin bütün avantajlaır sermayedarların ve broklatların egemenliğine verilir. Askerin ve dinin rolü modern devletlerde her ne kadar azalmış görünsede, devlet yapısı gereği her iki kurumada inanılmaz tavizler vermeyi bir borç bilir çünkü gerçek anlamda varlığını sürdürmesi birazda bu iki kurumun desteğine bağlıdır.
Ordu ve din otoritesi altındaki yığınlar bu yeni gücü iliklerinde hisseder, hem bu yeni otorite her ikisinden de daha sistemli çalışmaktadır, hangi ailede kaç birey yaşamaktadır, nerede oturur, gündüzleri neler yapar, geceleri neler yapar, televizyonlarda neleri izler, internette nelere bakar, kimlerle konuşur, neleri okumaktan hoşlanır, hepsinine pek meraklıdır yeni otorite ve adeta bireyin hücrelerinin içine kadar işler.
okul önlüğüyle başlayan sindirme politikası hayatı boyunca sürer gider ve zamanla birey kendi yaşamı içerisindeki bu silsileyi hayatının en sıradan parçasıymış gibi görmeye başlar, kurumların isteği ise tamamen kendi sürekliliğini sağlamaktır.
Neden özgür olamayız ? Halk üzerinde demokrasi adı ile makyajlanmış bu yönetme ve tüketme meraklısı otoriteler kendi istekleriyle bu konumda ayrılmıyacaklarına göre, yığınlarda bunu iliklerine kadar özümsemiş olduklarına göre, belkide hiç bir zaman özgür olamayız.
Yılmaz kerşan
NEDEN ÖZGÜR OLAMAYIZ
05.05.2012 18:17